Ciner Medya Grubu Ankara Temsilcisi Fevzi Çakır ve Habertürk TV’den Eren Eğilmez’in sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’dan açıklamalar…
Uçum’un açıklamalarından öne çıkan başlıklar şöyle:
“SOSYAL MEDYA ÜZERİNDEN ÖRGÜTLÜ SUÇ EĞİLİMİ VAR”
Türkiye’nin gündemi ne kadar siyaset, ekonomi, kültür olsa bile her zaman hukuk başat gündemlerden biridir. Bu dönemde de öyle olması normaldir. Cumhurbaşkanımız Çarşamba günü Meclis’te iki konuya dikkat çekti. Birincisi suçu meslek edinmiş kişiler, suçu kazanç kaynağı hale getiren kişilerle ilgili. İkincisi cezasızlık algısı konusunda yaklaşım ortaya koydu. Sokakta ortaya çıkan şiddet ya da suç eğilimleri sosyal medyanın ve medyanın etkisiyle çok daha görünür halde. Sosyal medya üzerinden yapılan faaliyetler. İçinden geçtiğimiz koşullar, Türkiye’nin kendi iç süreçleri, insanların reaksiyoner eylemlerin artması gibi birçok konu. Bu durum Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından bir sorun olarak ortaya koyuyor. Bu konuda programatik ve sistematik bir çalışma var. Bireysel suçlarla ilgili mesele, günümüzde sosyal medya ile bağlantılı olarak bireysel suç olarak kalmıyor. Bir anlamda hukuk dışı iletişim sistemleri oluşmuş durumda. Birçok sosyal medya mecrası özellikle TikTok vesaire gibi bu suçların organizasyonunu ve hatta iletişimini yapıyor. Bunun sonuçları ise suçu meslek edinenler diye bir kategori oluşuyor. Örgütlü suçlar geleneksel klasik suç örgütleri olmaktan çıktı, onlar da var tabii. Bir anlamda sosyal medya üzerinden örgütlü suç eğilimi çıkıyor. Suçu bir kazanç kaynağı olarak görenlere karşı soruşturma ve kovuşturmada ortaya çıkacak tedbirler.
REKLAM“MASUMİYET KARİNESİ KÖTÜYE KULLANILABİLİYOR”
Hakkında 10’dan fazla hırsızlık, dolandırıcılık davası olan kişiler, henüz bu davalar bitmediği, kesinleşmiş hüküm olmadığı için diğer davalarda da tutuksuz yargılanıyor. Küçük suçlarda en az 2 yıl ve daha altında olan isnatlarda birçok suç işlendiğinde bu kişiler suçu meslek edinmiş kişiler olmasına rağmen tutuklama tedbirleri uygulanmıyor. Bu durum farkedilmiş durum. Bunlara yönelik çalışma yapılacağını Cumhurbaşkanımız açıkladı. Her soruşturma kendi içindeki isnat üzerinden değerlendirilir, başka yürüyen davalar sebebiyle tutuklama nasıl verilebilir? Bunun hukukta çözümleri vardır. Masumiyet karinesi bir sanık hakkıdır. Bir kişi cezası kesinleşinceye kadar suçsuz ve masum sayılır. Ama biz tutuklama diye bir tedbir uyguluyoruz. Bu masumiyet karinesinin sınırlanmasıdır. Suçu meslek edinmiş insanlar bakımından, suçu kazanç kaynağı olarak gören insanlar bakımından da bir dizi tutuklamaya yönelik tedbir getirilebilir unsur konulabilir. Bunun suçsuzluk karinesiyle ilgili bir tarafı yok. Her hak kötüye kullanılabilir, hukuk düzeni bunu var sayıyor. Masumiyet karinesi de kötüye kullanılabilir. Hukuk düzeni hakkın kötüye kullanılmasını korumaz. Dolayısıyla suçsuzluk karinesinin kötüye kullanılması, tutukluluğun geliştirilerek engellenebilir. Cumhurbaşkanımızın da vurgusu buydu.
“DEVLET YAPTIRIM GÜCÜNÜ DEVREYE SOKAR”
Toplum bundan şikayet ediyorsa, medya bunu görüyorsa, bu konuda endişe oluşmuşsa, yürütmenin, yargının, meclisin görevi bu endişeleri giderecek tedbirler almaktır. Adalet Bakanlığı bu konuda uzun zamandır çalışıyor. Biz Hukuk Politikaları olarak hukuk geliştirmek üzere çalışıyoruz. Bütün bunlar devletin bütün konumların fark ettiği ve tedbir alınacak konulardır. Bir gidişat var burada boşluk oluşuyor diye bir şey yok. Devlet yaptırım ve cezalandırma tekeline sahiptir. Devlet kendisine vatandaş tarafından devredilmiş bu yetkisini yargı pratiğiyle devreye sokar, şiddetin örgütlü halde toplumu rahatsız edecek boyuta gelmesinin önüne geçer. Bu konuda rahat olmak gerekir. Genelde kabul edilen bir laf vardır; devlet yarına bırakır yarına bırakmaz, şunu rahatlıkla söyleyebilirim devlet yarına da bırakmaz. Çok kısa bir süre içinde bu konuda somut adımlar görülecektir.
“DEVLETİN EN ÖNEMLİ GÖREVİ ADALETİ SAĞLAMAKTIR”
Cezaevlerindeki kalabalıklaşma sorunu idare, yürütme ve Adalet Bakanlığı’nın sorumluluğudur. Bizde hiçbir hakim kalabalıklaşma sorunu var diye kaçınmaz. İlgili denetim ve teftişler yapılır. Böyle bir bakış açısı asla yoktur, olamaz. Savcı ve hakimin kalabalıklaşma sorunu var diye esnek davranmaz. Yetkileri çerçevesinde gereken tedbirleri alırlar. Cumhurbaşkanımızın işaret ettiği konulardan birisi de cezasızlık algısıydı. Bir devletin en önemli görevi adaleti sağlamaktır. Bunları sağladığınızda güvenli yaşam, özgürlük olur, gerçek anlamda adalet duygusu oluşur. Cezasızlık algısı ve pratiği. Algı, suçlular ceza çekse bile cezaların yeterli olmaması ‘yeterince ceza almadı, içeriden çıktığında suç işledi’ yaklaşımıyla yürüyen bir şey. Suç işlemiş, ceza almış çıkmış. Kamuoyunun bilmesi gereken husus 30 Mart 2020 tarihinden önce işlenen suçlarda bu durum var. Pandemideki özel dönem hariç, 2 yıldan fazla ceza alan herkes mutlaka cezaevinde yatıyor. 30 Mart 2020’den sonra denetimli serbestliğin süresi 1 yıla indi. Cezasızlık pratiği çok daha bir alan. Bunun sosyal psikolojik, hukuki boyutu var. Adalet Bakanlığı infaz hukuku düzenlemeleri sürekli çalışıyor. Ertelenen 9. Yargı Paketi’nde yanlış hatırlamıyorsam buna ilgili düzenleme vardı. Bu konuda düzenleme yönünde de adımlar atılır. 30 Mart 2020’den sonra cezasızlık pratiği son derece minimaldir. Hiç yatmadan girdi çıktı ile çıkanların sayısı son derece azdır. Denetimli serbestlik kararını kim veriyor? İnfaz hakimliği veriyor. Şartlı salıvermeyi de öyle. İdareden aldıkları rapora göre veriyor. Bu uygulamaların amaca uygun hale getirilmesiyle ilgili bir perspektif çalışması sözkonusu. Cumhurbaşkanımızın çizdiği perspektifi, Adalet Bakanlığı, Hukuk Politikaları olarak bizim vereceğimiz destekle adımlar atılacağını düşünüyorum.
“İNFAZ DÜZENLEMESİNE İLİŞKİN EKSİKLİKLER GÜNDEMDE”
Kesinleşmiş cezalarla ilgili talepler her dönem olur. Ben de cezaevi yatmış insanım. Oradan da bilirim. Özellikle adli suçlular açısından ‘kader kurbanı’ diyen kategoriler açısından bu beklenti her zaman olur. Af yetkisi TBMM’dedir. Mecliste üçte iki çoğunluğu ile yapılacak kanuna bağlıdır. Türkiye en son affı 1967’de yapılmış yanlış hatırlamıyorsam, diğer uygulamalar infaz düzenlemeleri. Af meselesini talebin ötesinde gündem olarak değerlendirilebilecek pozisyon yok. Zaten konu Meclis’te değerlendirilebilecek konudur. Türkiye’nin rutin dışı dönemlerinden kaynaklar sorunlar var. Bir dönem FETÖ’cü çetenin yargıda yarattığı mağduriyetlere de referans veriliyor. Önceliklendirmeyi, can yakıcı olan konularla genel konuları ayırmayı becermemiz lazım. Şu anda sokak suçlarına karşı gerekli tedbirlerin hızla alınması meselesidir. Bizim kural sistematiğimiz büyük ölçüde isabetlidir. İnfaz hukukunda da isabetlidir. Çok net söylüyorum; mağdurlar açısından tatminkâr infaz için eksikliklerin giderilmesi şu anda gündemde olan konudur. Sosyal medya üzerinden örgütlenen suçlara karşı tedbirler alınması son derece önemlidir. Tutuklama tedbirdir, o yüzden buna başvurmayalım diye meseleye bakılmaması lazım. Suçu meslek olarak görenlerin açısından devletin bu tedbiri alması gerekir. Vatandaş devlete yaptırım, cezalandırma gücü vermiştir. Devlet de pozitif hukuk içerisinde bu ihtiyaçları karşılamak durumundadır. Bu konuda herkes müsterih olsun. Cumhurbaşkanımızın yaptığı açıklama da son derece nettir, hukuk içerisinde bu konuda gerekli tedbirler alınacaktır.
“DİJİTAL FAŞİZM RİSKİ VAR”
Çok net söylüyorum; sosyal medya meselesi ifade özgürlüğü meselesi olmaktan çıkıyor. Kişilik, mahremiyet haklarının ihlal edildiği negatif özgürlük alanına dönüşüyor. Kişilere yönelik hakikaten ciddi tehdit alanına dönüşüyor. Bu sosyal medya platformları kontrol altına alınmazsa ciddi dijital faşizmle karşı karşıyayız. Ciddi tedbirler almak zorunda Türkiye. Çocukların oyunlarıyla ilgili mesela. ABD’de tartışılıyor. 16 yaşından küçük sosyal medyaya girme izninin yasaklanması. Bunun gibi birçok tedbirler konuşuluyor. Bizim sosyal medyayla ilgili meseleye şöyle yaklaşım var; her türlü hak ve özgürlük anlayışından çıkarmak lazım. Bugün sosyal medya mecraları her şeyin serbest olduğu mecralar. Her şeyin serbest olduğu yerde hak ve özgürlükler korunabilir mi? Dolayısıyla biz sosyal medyayı denetim altına almak zorundayız. TikTok üzerinden suç örgütleri oluşturuluyor, yayın yapıyor, tetikçi tutuyor ve siz müdahale etmiyorsunuz, böyle bir şey olabilir mi? Kendi mahrem odasında olan insanlar sosyal medya üzerinden bütün mahremiyetlerini herkese açabilecek ortam oluşturuyor. Buradaki üstün yarar toplumun, ailenin korunması, kişinin korunması, çocuğun korunması.
“SOSYAL MEDYAYA YÖNELİK TEDBİRLER ALINMALI”
Hukukta haklar arasında çatışma olduğunda iki çözüm var. Çatışan hakları uyuşturabilir misin, pratik uyuşma. Öbürü üstün yarar nedir? Bugün sosyal medya ile toplum arasındaki ilişki toplumun, ailenin, çocuğun, bireyin korunması. Sosyal medyada hukuka uygun ifade özgürlüğü, düşünce olarak ifade özgürlüğünü güvence altına alırsın. Sürekli tehdit, zararlandırıcı sonuca dayalı tehdit olursa orada özgürlük yok ki. Bizim sosyal medyayı özgürlük alanına dönüştürmek için negatif yanını törpülemek lazım. Sınırlı kapatma olabilir, süreli, süresiz kapatma da olabilir. Bu işin siber güvenlik boyutu var. Onun dışında bir de Youtube meselesi var. Şimdi Youtube medyası çıktı. Siz medya kurmak için ruhsat alıyorsunuz, izin alıyorsunuz, bina kuruyorsunuz, denetimdesiniz, yaptırım uygulanıyor. Youtube’de bunlar oluyor mu? Devlet klasik medyada hangi izin, denetim, yaptırım sistemleri varsa buna yönelik de yapmalıdır. Bütün halkımız müsterih olsun. Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu perspektif kapsamlı bir çalışmanın ürünüdür. Bunlara ilişkin adımlar atılacaktır.. Bu sorunlarda adımları yavaş yavaş adımları görülecek ve nihayetinde çözülecektir. Bugün hiç kimse sosyal medyanın pozitif işlevinin negatif sapmalarının üstünde olduğunu iddia edemez. Sosyal medya bilgi bakımından dezenformasyon üretmesi, yalanı sistematik hale getirmesi, ahlaki erozyonu inanılmaz noktalara çıkarması sebebiyle bugün sosyal medya mecraları negatif fonksiyonu çok önde olan bireye, aileye, çocuklara zarar veren pozisyon. Pozitif işlerini kullananlar zaten öne çıkmıyor, zaten etkili de olmuyor. Biz sosyal medyanın her mecrasının, oyunlar dahil, negatif işlerini azaltacak, minimalize edecek tedbirleri aldıktan sonra pozitif işler anlamlı hale gelir, görünür hale gelir ve etkili olur.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ELEŞTİRİLERİ
Sözleşme doğrudan uygulanan hukuki metin değildir. 6284 sayılı kanun sözleşmeden daha ileri düzenlemeler içermektedir. Sözleşmede şu anda bağlı olsaydık bile bu süreçlerin önüne geçileceği tamamen asılsızdır. Türkiye bazı sorunları tartışırken aktüel siyasetten fayda getirme üzerinden tartışmamalı. Kanunda olmayıp da İstanbul Sözleşmesi’nde olan bir şey var mı? Hatta sözleşmede olmayan ama kanunda olan var. İstanbul Sözleşmesi tartışması yapanlar topluma, aileye dönük tehlikenin faaliyetin farkında değil. Sistematik LGBT-İ propagandası olan, bireyi doğal cinsellikten uzaklaştıran birtakım düzenlemeler sebebiyle çıkılmıştır. Başka ülkeler de çıktı. 6284 sayılı kanun İstanbul Sözleşmesi’nden çok daha ileri bir kanundur.
KİMYASAL HADIM ÇÖZÜM MÜ?
Hadım meselesi gündem dışı. Kimyasal hadım meselesi infaz hukukunda tıbbi müdahalelerle ilgili düzenlemeler var. O kapsamda değerlendirilebilir. Bu tip konular tabii ki mahkumun hakları ile orantılı biçimde tartışılıyor. Bu tip konular toplumsal meşruiyet seviyesi yükseldikçe devletin gereğini yapması gereken konulardır. Toplumsal mutabakat ortaya çıkarsa, infaz kanunundaki düzenleme yeterli görülmüyorsa yapılabilir. Bunlar toplumun canını yakan konular. Toplumun talepleri meşruiyet seviyesini kazandığında devlet onun gereklerini yerine getirebilir.
“SEÇİM KARARINI MECLİS ALIR”
Cumhurbaşkanımız da açıkladı. Cumhur İttifakı’nın yöneticileri de açıkladı. 2028’de erken seçim yok. Erken seçimden kast edilen şey 2028’de seçim hangi gün yapılacak? Yanlış hatırlamıyorsam 7 Mayıs 2028 Pazar günü. Pazar gününden önce Meclis seçimlerin yenilenmesi kararı alır mı? Cumhurbaşkanı alır mı diye sormak abes olur. Cumhurbaşkanımızın ikinci dönemi. Niye böyle bir karar alsın. Son ana kadar bu hizmeti yapmaya devam eder. Meclis 7 Mayıs 2028’den önce bu kararı alır mı? Meclis’in iradesinde bir şeydir. 28 Mayıs seçimlerinden sonra CHP’den bir yönetici ‘Erdoğan bu seçimi kazandı ama biz Erdoğan’ı sandıkta yeneceğiz’ dedi. Bunun tek yolu var, Meclis yenilenmesi kararı alırsa, 2028 Mayıs’ından önce, o zaman Cumhurbaşkanı aday olur ve o zaman yarışabilirsiniz. Nihayetinde bunu Özgür Özel de söyledi, belli tarihe kadar olabilir dedi. Seçimlerin yenilenmesi kararı için 360 milletvekiline ihtiyaç var. Diğer partilerin böyle bir irade ortaya koyması gerekir. 2027’nin ikinci yarısından sonra bu tartışmanın gündeme geleceğini öngörüyorum. Muhalefet ‘Biz Cumhurbaşkanı Erdoğan’la yarışmayı seçmeleyiz’ diyebilir. Benim düşüncem nettir, ilk kez size söylüyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Türkiye’nin ulusal değeri, zenginliği olarak görüyorum. Dünyada Cumhurbaşkanı Erdoğan kadar tecrübesi, dünya siyasetinde etkili olan bir başka lider yok. Putin dersiniz ama demokratik sistemde yer alan, seçimlerde iktidarın değiştiği Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan gibi lider yetiştirmişseniz. Atatürk’ten sonra ülke liderliğinde başarılı bir lider olduğunu düşünüyorum. Türk milleti Cumhurbaşkanının bu birikiminden, kucaklayıcılığından yararlanması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye halkı ve onun temsilcileri 2027 ortasından sonra konuyu tartışabilir diyorum. Kişisel görüşüm Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sistemin taşıyıcısı oldu, iki dönem sistemin Cumhurbaşkanlığı yaptı. Bir 5 yıl daha Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birikiminden Türkiye’nin faydalanması için adaylık yolunun açılması gerekir. Kişisel düşüncem bu. Eğer yeni bir anayasa yapılırsa, o yeni anayasada meclis mevcut ve önceki cumhurbaşkanlarına aday olma yolu açarsa ayrı konu. Mevcut sistemde 360 milletvekilinin kararıyla olur. Hem Türkiye halkı ve TBMM 2027 ortasından sonra gündemleşecek konu haline gelebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden aday olması açılabilir. Bu talep Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan gelmez, Türkiye halkından, TBMM’den gelir. O imkan açıldığında Cumhurbaşkanı Erdoğan kullanır mı, kullanmaz mı tabii ki kendi takdiridir. Çağrıyı yapan muhalefet hukuken yolu açmak istiyorsa 2028 Mayıs ayından önce Meclis’in karar vermesi ve 360 milletvekilinin bu kararı alması. Bunun yolu o. Muhalefet bu tartışmayı bitirdi. Ama tartışmayı bitiren muhalefetin buna uygun davranabilmesi için, Meclis’te 2028 Mayıs’ından önce seçim kararı alınmasına destek vermesi gerekir. Bunun 2025’te, 2026’da olmasını öngörmüyorum. Bence gündeme 2027 ortasından sonra gelir.
“CUMHURBAŞKANI AYNI ZAMANDA DEVLET BAŞKANIDIR”
2017’de kabul edilen anayasamız var. Adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dendi ve başkanlık sistemine geçtik. Anayasa’da 104. maddede Cumhurbaşkanına devlet başkanı sıfatı da verildi. Yeni sistemdeki başkanlık sistemlerinde genel kabul gören bir şeydir. Geçmişte parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı devlet organlarının uyumlu çalışmasını gözetirdi. Şimdi Cumhurbaşkanı devlet başkanı sıfatıyla devlet organlarının uyumlu çalışmasını temin eder. Devletin bütünlüğünü temsil eden irade yeni sistemde artık seçilmiş iradedir. Cumhurbaşkanı sadece halkın başkanı değil; aynı zamanda devlet başkanıdır. Yeni sistemde halk Cumhurbaşkanını doğrudan seçerek devlete egemen olmuştur, bir anlamda el koymuştur. Cumhurbaşkanı devletin bütün organlarına hukuki, siyasi perspektif çizmesi yükümlülüğü altında olmasıdır. Devlet başkanı sıfatına sahip Cumhurbaşkanına saygı göstermesi anayasal düzenin ve hükümlerinin gereğidir. Cumhurbaşkanına gösterilen saygı milli iradeye gösterilen saygıdır. Milli egemenlik halka aittir. Halkın iradesinin görünüm şekillerinden birisi milli iradedir. Halkın seçmen iradesi vardır. Burada seçtiği lidere saygı gösteriliyor. Devlet başkanlığı sıfatı vardır, devlete saygı gösterilmesidir. Bundan sonra seçilecek her Cumhurbaşkanına saygı göstermektir. Anayasal düzenin gereği olarak saygı gösterilmektir. Bu saygı sadece mecliste değil her yerde gösterilmesi gerektiğidir. Cumhurbaşkanının siyasi lider sıfatıyla demokratik rekabette yer almasına engel olmaz, eleştirilmesine de engel olmaz. Yarın bir başka mecradan Cumhurbaşkanı seçildiğinde demokratik hakkını o kullanacaktır. Yüzde 50’den fazla oyla oluyor. Her seçilmişin böyle bir demokratik avantajı vardır. Demokrasilerin demokratik avantaj sağlayan sonuçları vardır. Burada haksız rekabet yok. Haksız rekabet olsa seçimlerle iktidarlar değişmez. Belediye başkanları da Cumhurbaşkanları da seçilir ve değişir. Cumhurbaşkanını yüzde 50’den fazla oyla seçiyorsun. Cumhurbaşkanının demokratik rekabet içinde olması devlet başkanı olmasının gözardı ettiği anlamına gelmez. Cumhurbaşkanı, devlet başkanı seçimi sıfatıyla 14 Mayıs seçimlerinde ikinci tura kaldı.
“BİZDE PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ DİYE BİR ŞEY YOK”
Bizde partili Cumhurbaşkanlığı sistemi yok. Literatürde böyle sistem yok. Cumhurbaşkanının partili olması meselesi sistemlerde imkan olarak düzenlenir, zorunlu değildir. Yarın Türkiye’de belki bir Cumhurbaşkanı bu imkanı üst seviyede kullanmayacak, belki genel başkanlığı tercih etmeyecek. Erdoğan’ın güçlü ve farklı lider olması, toplumsal ve siyasi dinamikler ona uygun olduğu için bu böyle. Bu sistem başkanlık sistemidir, başkan adayları zaten siyasi partilerle ilişkili olmak zorundadır. Adayların kendi partileriyle ilişkili olmasını elbette isterler. Kendi partisiyle ilişkisi olmayan bir kişi bile aday gösterilebilir. Bu imkanı sistemin zorunluluğu olarak görmek doğru tartışma değildir.
“AKTÜEL İŞLEYİŞLE GENEL İŞLEYİŞİ KARIŞTIRMAMAK LAZIM”
Çözüm sürecinin gündemde olduğunu düşünmüyorum. İsrail’e ilişkin tehdit Cumhurbaşkanı tarafından dile getirildi. Bazı konular devletin genel işleyişiyle ilgilidir. Aktüel işleyişle genel işleyişi karıştırmamak lazım. İsrail’le ilgili tehdit, devletin bütün kurumlarının çalıştığı bir tehdittir. Devlet bir perspektif olarak bu tehdidi ortaya koyuyorsa bu tehdidin detaylarını anlamak gerekir. Kapalı oturum yapıldı. Sonra açıklama yapıldı, bilinen şeyler anlatıldı diye. Cumhuriyetin kuruluşunda Atatürk’ün bazı yaklaşımlarını diyelim ki, siyasi ajanda üzerinden değerlendiren bir sürü muhalifler de olmuştur. Aktüel siyaset bunları tartışabilir. Bizim bugün en önemli ihtiyacımız Türkiye’nin bağımsızlığını, üniter yapısını, siyasi birliğini korumaktır. Bunlara beka diyoruz. Beka bu kurumların varlığını sürdürmesidir. Bunlara yönelik tehdit risk varsa Türkiye’nin bütün aktörlerinin, kurumlarının bu konuya ciddiyetle yaklaşması gerekir.
“DEVLET ÇÖZÜM ALMADIĞI SÜRECİ TEKRAR DEVREYE SOKMAZ”
Sayın Bahçeli’nin kendisine ilişkin bu konuda açıklama yaptı, ayrıntılı anlattı. Konu Türkiye’ye yönelik risklerse ben burada kapsamı genişletmek, birlikte kapsamı genişletmek açısından adım atarım. Sayın Cumhurbaşkanı yumuşama, sayın Özel normalleşme dedi. Burada diyaloğu güçlendirmek. TBMM çatısı altında terör vesayetine bağlı bir siyaset yapılması kabullenemez. DEM’in de geçmişte HADEP’in de yaşadığı en büyük problemdir. Dünyanın hiçbir milli devletinde buna bu kadar müsamaha gösterilmez. Sayın Bahçeli’nin yaklaşımı, sayın Cumhurbaşkanımızın mesajları terör vesayetini yok etmek yaklaşımıdır. PKK açıklama yaptı, bizim stratejimiz bağımsız Kürdistan’dır diye. Bunu herkes biliyor. PKK’nın bu açıklamasına karşı sadece DEM’in dışındakiler mi tavır alacak? DEM’in artık terör siyasetinin çözüm olmadığını anlaması ve buna yönelik tavır almasıyla alakalıdır. Bir anlamda terör vesayetinden DEM’i kurtarma ve Meclis’ten tasfiye etme meselesidir. Devlet çözüm almadığı süreci tekrar devreye sokmaz. Yeni bir versiyonu da gündeme gelmez. Terörle mücadeleye ilişkin devlet yapabileceklerini yaptı. İçeride neredeyse terörü bitirdi. Buradaki mesele Türkiye’de demokrasiyi güçlendirmek açısından. DEM’in temsil ettiği kitlelerin taleplerini bu bütünlük içinde karşılamak açısından bir değerlendirme yapılacaksa Türkiye’nin bütünlüğüne yönelik diyalog, ilişki oluşturmak meselesi. Müzakere sözkonusu olamaz. Devlet kiminle müzakere edecek? Türkiye’nin şu andaki ihtiyacı demokrasiyi daha da güçlendirme ihtiyacı, mevcut anayasadan kurtulma ihtiyacı. Çağa uygun yeni anayasaya ulaşma ihtiyacı. Meclis bir bütün olarak harekete geçme imkanına sahipse geçsin. Türkiye’nin coğrafi bütünlüğü asla müzakere edilemez. Siyasi yapı ve üniter yapı müzakere edilemez. Türk vatandaşlığı kavramı, Türk milleti kavramı müzakere edilemez.
“AYAĞA KALKMA MESELESİ DEVLETİN BÜTÜNLÜĞÜNE SAHİP ÇIKMA MESELESİ”
Türkiye’ye yönelik terör ve şiddeti bitirmeye yönelik bir süreçti. Orada Türkiye ciddi ihanetle karşılaştı. Bunların yaptığı demokratik özerklik ilanları, hendek kalkışmaları o perspektifin dışında konulardı. O iş de bitti. Gelecek kuşaklara Türkiye’yi bölünmüş bir nesil olarak miras bırakılamaz. Türkiye bunun altından kalkamaz. Ayağa kalkma meselesi devletin bütünlüğüne sahip çıkma meselesi. Sayın Özel’in bu konuda yaptığı açıklamaya saygı duyuyorum.
“HİÇBİR ÜLKEDE YENİ ANAYASA SIFIRDAN YAZILMAZ”
Cumhurbaşkanımızın yeniden aday olmasına ilişkin konuyu izah ettim. Bu cumhurbaşkanımızın talep edeceği konu değil Meclis’in irade edeceği bir konudur. Bu yeni anayasa sürecinin konusu değil. Siz yeni anayasa ile cumhurbaşkanına aday olma imkanını verecekseniz, asgari kabul şartı 360. Yeni anayasada mutabakat sağlıyorsan seçimlerin yenilenmesi kararını alırsın. Cumhurbaşkanımızın aday olması ile yeni anayasa arasında bir bağlantı yok. Cumhuriyetin ikinci yüzyılının Türkiye’ye layık anayasaya ulaşması ile bir konu. Yeni anayasanın nasıl yapılacağına ilişkin sayısal meşruiyet sağlanması için en az 360 oyla yapılması gerekir. Her halükarda halkın onayına sunulması gereken bir durumdur. Meclis yeni anayasa üzerine müzakere yapabilir. ‘Biz yeni anayasayı sıfırdan başlayıp, yazacağız’ diye bir şey yok. Hiçbir yeni anayasa önceki birikimi dışlayarak yapılmaz.
“İLK 4 MADDE TARTIŞMAYA AÇIK DEĞİL”
İlk 4 madde müzakere konusu olur mu? Asla olmaz! İlk 4 maddede esaslarda mutabakat var. İtirazlar olursa cevabını veririz. Ben DEM’den de itiraz görmedim. İlk 4 maddededik esaslar konusunda zaten mutabakat var. Hak ve özgürlükler sistemini daha fazla nasıl güçlendirebiliriz? Uygulamada sorunlar çıkıyor yeni sistemde, AYM bazı kararlar veriyor, bunları netleştirmek var. Meclis’i güçlendirelim, denetimi güçlendirelim. Sonuçta orada konuşulacak, anlaşılacak birçok konu var. Eksiklerle ilgili atılacak adımlar var. Bizim tarihimizde halkın sürece katıldığı bir yeni anayasa yapamadık. Burada gerçek anlamda toplumsal mutabakat olması için buna ihtiyaç var. Bu hak ve özgürlükler, halk inisiyatiflerin genişletilmesine yönelik ihtiyaçlar, kuvvetler arasındaki ilişkinin gelişkin şekilde kurulması ihtiyaçları var. Bu saydığım konularda konuşulacak birçok konu var. Türk milletini, Türk vatandaşlığını burada müzakere edemezsin. Yeni anayasanın bir tabanı, kaidesi var. Her yapının üzerine oturduğu taban güçlü tabandır. O tabana dokunulamaz. Yeni anayasa o kaide üstüne yükselir. Cumhuriyetin ilkeleri, ilk 4 maddenin esasları, demokratik birikiminin kazanımları. Bunların üzerinde hak ve özgürlüklerle ilgili sütunlar, devletin teşkilatına, demokratik meşruiyetle bağlantılı sütunlar, milli egemenlik, devletin güvenliği ile ilgili sütunları bina edersiniz.
VATANDAŞLIKTA TÜRKLÜK TANIMI
Cumhur İttifakı’nın ilk 4 madde ile ilgili bir gündemi yoktur. Vatandaşlık meselesi yanılsama üzerinden tartışılıyor. Her toplumun farklı özellikleri olabilir. Vatandaşlık bir milletin mensubu olmaktan kaynaklanan bir haktır. Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk milleti halkına Türk milletidir dedi. Cumhuriyetin kurulmasına ilişkin ana unsur var. Türkiye halkıdır bu. Herkes bu. Çerkezi, Arabı, Türkü var, herkes var. Bu halka ne dedi Atatürk? Türk milleti dedi. Vatandaşlık cumhuriyeti kuran Türkiye halkının oluşturduğu Türk milletine mensup olmaktır. O vatandaşlık da Türk vatandaşlıktır. Bu bizim kurucu öğemizdir. Biz vatandaşlığını Cumhuriyet’le elde ettik. Türk vatandaşlığı asla ırki ve etnisiteye dayanan vatandaşlık değildir. Türk milleti Türkiye halkından oluşuyor. Bu halk elbirliği ile cumhuriyeti kurdu ve onu yaşatıyor. Halk toplumun aktüel dönemin kategorisi olarak tanımlanabilir. Ama millet belli döneme ait kategori olarak tanımlanamaz. Atalarımız, kurucu ilkeleri, bugün yaşayanlar, gelecekte yaşayanlar oluşan bir bütünlüktür. Böyle bir milletin mensubu olmak Türk olmaktır, işin esası budur.
“50+1 KURALIYLA OYNANMAMALI”
Parlamenter sisteme dönüş meselesi 2023 seçimlerinden önce gündemi işgal eden konulardan birisiydi. Hatta muhalefet anayasa değişikliğinde parlamenter sisteme dönüş esasları diye. Demokrasiyle ilgisi yoktur, yeni anayasa tezi ortaya koyamadılar. Parlamenter sisteme dönüş demokratik rutinle ilgili değil. Halkın elde ettiği iki oy var. Biri meclisi, diğeri hükümeti seçme imkanı. Halkın defalarca irade ortaya koyduğu bir sistemi ben geriye götüreceğim demek halkın iradesiyle kavga etmek demektir. Halk cebindeki 2 oydan birini vermez. Hiçbir yerde halk elde ettiği kazanımlardan kendi iradesiyle dönmüş değildir. Ya darbe yapacaksın ya iç savaş çıkaracaksın. Bence muhalefetin yapması gereken şey halkla barışması. Bu başkanlık sisteminin bunca yıllık uygulaması var biz bunu daha da genişletecek konuları gündeme getirmeliyiz diyebilirler. 50+1 kuralıyla oynamak ciddi sorundur. Siyaset halkın ihtiyacı, gündeminde var mı diye konuya bakar. Halkın 2 oyu konusunu tartışmamak lazım. Onun dışında sistemi geliştir. Muhalefet parlamenter sistemine dönüş konusunda halkla kavga etmeyi bırakmalı, halkla başkanlık konusunda anlaşmalıdır.
HALKIN YENİ ANAYASA TALEBİ VAR MI?
1987’den beri Türkiye’de yeni anayasa talebi öne çıkmıştır. Yaklaşık 37 yıllık süreçte halk talebini ‘ben yeni anayasa istiyorum’ diye ifade etti mi? Türkiye halkının genel iradesi üzerinden meseleye baktığında ‘yeni anayasa istiyorum’ diye talepte bulunmaz. İki anayasa vardır. Biri siyasi öbürü hukuki anayasa. Siyasi anayasa, halkın sisteme ilişkin daha ileri, iyiye yönelik talepleri, sistemin işleyişine ilişkin talepleri siyasi anayasa. Halk sürekli daha iyiye yönelik taleplerde bulunur. Halkın sisteme yönelik daha gelişkinliğe dönük talep ve tasavvurları anayasa altı normla karşılanamıyorsa. Anayasa seviyesinde olması gerekiyorsa yeni anayasa talebidir. Halk makul ve insanca yaşama hakkının anayasal düzenleme olarak ister mi? İster tabi. Halk serbest piyasanın zararlandırıcı sonuçlarına karşı süreli de olsa tavan fiyat ister mi? İster. Bunların hepsi yeni anayasa talebidir. Yeni anayasa talebi halkın olağan gündemdir. Ekonomik süreçlerde halkın en çok canı kontrolsüz fiyat hareketlerinde yandı. Anayasal yükümlülük olsa tavan fiyat uygulaması yapılırdı. Halk insan onur ve haysiyetini, insan haklarını ve anayasal sistemin temelini olmasını istiyor. Halk yasama süreçlerine katılmak istiyor, kanun teklif etme hakkına sahip olmak istiyor. Halk milletvekilini geri çağırmak istiyor. Bu yeni anayasa talebidir. Halkın daha birçok talebi var. Sosyal haklara ilişkin, örgütlenme hakkı, sendikal hakları, kişiliğinin korunmasını isteme talepleri var. Halk öyle muhteşem içerikte bir yeni anayasa istiyor ki, yeni anayasa yapılmasını isteyenler halkın taleplerini karşılayacak içerik oluşturmak zorundalar. Benim anlattığım içeriği Meclis anayasa taslağına ve teklifine dönüştürür.
BU MECLİS YENİ ANAYASA YAPABİLİR Mİ?
Bizim Meclisimiz 1987’den beri anayasa değişikliği yapıyor ve yeni anayasa talep ediyor. Asli kurucu irade yeni anayasa yapma konusunda kimdir? Halktır. Meclis temsili kurucu iradesidir. Meclis asli kurucu iradenin talepleri doğrultusunda o yeni anayasayı yapar. Halkın onayı olmadan yürürlüğe giremez. Aksi takdirde o yeni anayasa meşru olmaz. Şili’de birkaç yıl önce yeni anayasa ihtiyacı yaklaşık yüzde 80’le tespit edilmişti. Yeni anayasa yapıldı ama halkın isteği olmadığı için yüzde 60’la reddedildi. Burada da halk yeni anayasa yapma hakkına her zaman sahiptir, tekniği tartışılır. Halkın temsilcisi olan Meclis bunu yapar. 2021 Uzlaşma Komisyonu’nun metninde 14. maddede yeni anayasanın hangi kurallara göre yapılacağı konusunda bir hüküm konulmuştur. Şimdi nasıl yapılır? Anayasa değişikliğinin kurallarından az olmamak şartıyla en az 360 milletvekilinin kabulüyle,halkın referandumu ile yeni anayasa devreye girebilir.
ANAYASA SÜRECİYLE İLGİLİ ELEŞTİRİLER
Anayasaya uyuluyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri anayasaya uyuldu, uyulmadı tartışması yapılır. Aktüel siyaset hukuk üzerinden de bazı argümantasyonlar geliştirebilir. Bir siyasi liderimiz ‘anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz’ diye değerlendirmeler yapmıştı aktüel siyasette. AYM kararlarına uyulmuyor değerlendirmelere katılmam. AYM’yi temyiz mahkemesi rolü atfedip, tespit ettiği her ihlale uyacaksınız demek sistemi bilmemektedir. Kendilerine göre yorumlar yapıyorlar. Net olan şudur, AİHM kararlarına da böyledir, ihlallerde dosyayı yeniden ele alma yükümlülüğü vardır. Yeniden ele aldıktan sonra ihlalin gereklerini uygun görür ya kısmen değiştirir ya da eski kararda direnir. Burada asla ihlal olmamıştır. AYM kararlarına uyulmuyor demek siyasi değerlendirmedir. Anayasaya uyulmazsa devletin işleyişi sağlanamaz, seçimler sağlıklı yürütülemez, Meclis’ten kanunlar çıkarılamaz. Anayasaya uyulmazsa yargılama süreçleri ihtiyaç duyulan denetim mekanızmaları devreye girmez. Bunların hepsi aktüel siyasette argüman üretmekle ilgili kararlardır.
“AYM TÜRKİYE’NİN BİR BİRİKİMİDİR”
Yeni anayasayı AYM’nin denetim yapma yetkisi yok. Yeni anayasa süreci ikili olarak yürüyecektir. Meclis kendi hukukunu oluşturarak yeni anayasayı yaparken mevcut anayasa devam edecek. Yeni anayasada AYM’nin rolü farklı tanımlanabilir. Uyumsuzluklar varsa giderilebilir. Yeni anayasada AYM’nin şeklen ve esasen bir denetimi yoktur. AYM Türkiye’nin birikimidir, vesayetçi rolü oynamıştır. Yeniden yapılandırılmalıdır. Varlığını devam ettirmesi son derece isabetli olur.
“BİZ FİKREN YARDIMCILIK YAPIYORUZ”
Ben Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekiliyim. Cumhurbaşkanının başkanı olduğu kurulda çalışmalar yürütüyorum. Bu süreçte fikri asistanlık yapan kurulun başkanvekiliyim. Yürütme tarafında düşünceler, yaklaşımlar geliştiririz. Süreçte icra yönetimini biz yaparız anlamına gelmez. Şuna son derece özenliyiz; yasama süreçlerinin yetkilerine asla müdahale edilemez. Eğer gündem belirliyor diyorsanız hakikaten ihtiyaca yanıt veriyor demektir. Bu eleştirileri yapan arkadaşlar eleştiri haktır yapabilirler. Başkanlık sisteminde Cumhurbaşkanının bakanları, başkanları, kurul başkanvekilleri, Cumhurbaşkanının programını uygulamakla yükümlü yardımcılarıdır. Ben Hukuk Politikaları Başkanvekili olarak hukuk tartışmaları, sistemin işleyişiyle ilgili politika üretmek yükümlülüğündeyim. Benim ödevim budur. Kamuoyunda bunları paylaşıyorum. Tartışılıyor. Başkanlık sisteminde üst kademe yöneticeler Cumhurbaşkanı tarafından atanır ve görevden alınır. Yeni Cumhurbaşkanı gelinceye kadar görev yaparlar. Üst kademe yöneticilerinin özerk davranma imkanları yoktur. Cumhurbaşkanının programına göre her türlü fikri çalışmayı yapmak görevleridir. Görevin olmayan bir şeyi yapıyorsun denemez, zaten benim görevim bu. Bu iddiaları asla kabul etmiyorum. Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne ilişkin de benimle ilgili iddialar gündeme geldi. Orada görev yapan arkadaşlarla yüzyüze tanışmamışım. Oradaki süreçte de Mehmet Ucum var denildi. Tabii ki toplantılara davet edildiğimde görüşlerimi söylüyorum. Hep aynı uyumlu görüş içerisinde değiliz. Sonuçta ortaya çıkıyor, o irade nihayetinde Cumhrubaşkanımızın iradesidir. Ben irade olarak ortaya kendimi koyabilir miyim? Buna kim inanır? Ben Cumhurbaşkanının fikri asistanlığını yapan bir kurumdayım. Ürettiğim hiçbir politika Cumhurbaşkanı uygunluk vermezse programa girer mi? Ürettiğimiz politikada bakanlar yönetmelik çıkarmazsa devreye girer mi? Yürütme süreçlerinde icrai rol almıyoruz. Ama katkı vermekten geri duymuyoruz. Çok fazla üretmek sorun diyorlarsa bundan vazgeçmeyeceğim onu söyleyeyim.
“YENİ DÖNEMDE YENİ KURULLAR BEKLİYORUZ”
Kurullarla ilgili yeni karar çıkacak. Belki yeni kurullar çıkacak. Mesela Doğal Afetler ve Risk Yönetim Kurulu deprem döneminde gündeme gelmişti. Gençlik politikalarına yönelik kurul gündeme gelebilir. Cumhurbaşkanının iradesi çevresinde kendi kuruluyla çalıştığı konular. Yeni dönemde yeni kurullar bekliyoruz. Hukuk Politikaları Kurulu pratiğinde gerek mevzuatın gerekse Cumhurbaşkanımızın talimatları çerçevesinde olabildiğince o fonksiyonu yerine getirmeye çalıştık. Diğer kurullar da çok yoğun çalışmalar yaptığına şahidim. Biz Hukuk Politikaları Kurulu olarak ve 9 politika kurulu olarak 5 yıllık dönemine ilişkin kitap çıkardık. Bunun medya lansmanını yaptık. Ama bir Allah’ın kulu arkadaşımız, neler yapmışlar, bir bakalım, burada yazdıklarını yaptılar mı, yapmadılar mı, doğru mu, eğri mi demedi. Kurullar kendi alanlarında zaman zaman ne kadar önemli katkılar yaptığını görürsünüz. Cumhurbaşkanımızın o kitabın takdiminde vurguladığı önemli noktalar var. Türkiye’de her kesimden sektörel olabilir sivil toplum olabilir kendi alanlarıyla ilgili konularda kurullara başvurabiliyorlar. Son derece önemli kurumlardır bunlar. Zaman içinde çok daha güçleneceğini öngörüyoruz.
12 EYLÜL ANAYASASI YÜRÜRLÜKTE Mİ?
Kalan 154 maddenin 103 maddesi 12 Eylül anayasasının bire biri aynı. 48 tanesinde terim değişikliği oldu. Dilbirliği, terim birliği yok. İnsan haklarına bir yanda saygı, bir yanda özgürlük, bir yanda hürriyet yazar. Estetik, iç bütünlük olarak eskimiş metinden söz ediyoruz. Şu anda halkımızın tasavvur ettiği Türk milletinin tasavvur ettiği anayasa sadece Türkiye için değil bütün demokrasiler için gelişkin bir anayasa. Bunun içeriğini tartışmaya geçersek aslında yeni anayasa talebinin ne kadar yakıcı olduğu görülür.
Gerek sokak şiddetine ilişkin, suç örgütlenmeleriyle ilgili hakikaten şiddetin toplumsal hayattan dışlanmasına ilişkin devlet çok ciddi gündem yapmış durumda. Asla umutsuzluk olmasın. Umutsuzluk yayanlara itibar edilmesin. Halkımız müsterih olsun çok güçlü adımlar atılacak.
Haber Kaynak : HABERTURK.COM
“Yayınlanan tüm haber ve diğer içerikler ile ilgili olarak yasal bildirimlerinizi bize iletişim sayfası üzerinden iletiniz. En kısa süre içerisinde bildirimlerinize geri dönüş sağlanılacaktır.”
GÜNDEM
26 Aralık 2024SPOR
26 Aralık 2024GÜNDEM
26 Aralık 2024SPOR
26 Aralık 2024SPOR
26 Aralık 2024GÜNDEM
26 Aralık 2024GÜNDEM
26 Aralık 2024